18 Ocak 2016 Tarihli Yazı
Acımasız Direniş
Dünya yeniden şekilleniyor. Üstelik insanlık tarihinin bu güne değin görmediği bir hızda. Anlık kararların alındığı, stratejilerin değiştiği, hamlelerin birbiri ardına yenilendiği ve yön değiştirebildiği, kapsamlı ve acımasız bir dünya savaşı yaşanıyor. Bu güne kadar şahit olmadığımız ve hiç kullanılmamış yöntemler ve araçların kullanıldığı, çok boyutlu ve zaman zaman çelişkili görülebilecek proje ittifaklarının ortaya çıktığı, bütün dengelerin sarsıldığı kirli ve namert bir savaş.
Savaşın merkezi Akdeniz, Irak ve Suriye. Yani bizim coğrafyamız, komşularımız, yani biz. Yani yüzyıl önce hakimiyetimiz altındaki köyler, şehirler ve insanlar. Altı yüzyıl emek verdiğimiz, beraber hayatı paylaştığımız insanlara hayat şimdi dar ediliyor. Her bir sokağında, köşesinde anılarımız olan, eserlerimiz olan, izlerimiz olan şehirler yakılıp yıkılıyor, tarumar ediliyor, bütün izlerimiz silinip bizden koparılmaya çalışılıyor. İnsanlarımız evlerinden, yurtlarından sürülüyor. Kendi işinde gücünde olan sıradan insanlar, anneler, babalar sokaklardan parçalanmış çocuklarının ceset parçalarını topluyor. Bir baba için bu nasıl bir ağır imtihandır bilir misiniz? Kuşatma altında çocuklarını doyurmak için yollardan ot toplayıp tencere kaynatan bir anneyi nasıl tasvir etmek gerekir bilemiyorum. Kaçabilip canını zor kurtaran kadınları, çocukları, sadece babasını değil, bütün hayallerini, umutlarını kaybetmiş mahrum ve yetim yavruları nasıl anlatmak lazım bilmiyorum. Üstelik sığındıkları yerlerde potansiyel suçlu, bütün yaşanan olumsuzlukların sorumlusu, tacizci, terörist gözüyle yaftalanmalarını nasıl izah edebilirim? “Aman bu insanlar bizim ülkemize gelmesinler, siz bakın biz de üç beş kuruş ödeyelim” söylemini ve vicdanımızı rahatlatalım yaklaşımını hangi insani kriterle veya hangi Avrupa kriterinin başlığı altında değerlendirelim. Hatta “eğer bize geleceklerse din değiştirip gelsinler” yaklaşımını modern dünyanın hangi modern felsefesine sığdırsam daha şık durur bilemiyorum?
Irak’ta, Suriye’de yaşadıklarımız yetmezmiş gibi silahı, bombayı, terörü sınırlarımız içerisine taşımayı, ilçeleri, sokakları bomba düzenekleriyle, patlayıcı dolu hendeklerle işgal etmeyi, insanımıza hayatı dar etmeyi kendisinde hak görenlere ne diyelim? Coğrafyamıza, ülkemize, insanımıza yönelen bu topyekün saldırılara boyun mu eğelim? Bu saldırılara siper olan, aklayan, destek veren, medya grupları, sermaye grupları ve akademisyenler soruyorum size: bu milletten, bu coğrafyadan ne istiyorsunuz? Bu ülke Irak gibi, Suriye gibi parçalara ayrılırsa daha rahat mı olacaksınız? Yoksa Türkiye ABD’nin veya Rusya’nın veya herhangi bir ülkenin güdümüne, himayesine girerse mi mutlu olacaksınız? Yoksa ancak iç savaş çıkması, milletin parçalanması oluk oluk kan aksa ve halkın yok olup gitmesi mi sizi tatmin edecek? Dürüstçe söyleyin, bütün derdiniz sandıktan çıkanları hazmedemeyişiniz mi?
Bizlerden kimin ve neyin intikamını almak istiyorsunuz? Sizin yüreğinizi ne soğutacak, doğrusu merak ediyorum. Kendinizi bu ülkeye ve bu millete ait hissetmediğinizi anladık da siz nereye aitsiniz? Kimin kılıcını kuşandınız?
Türkiye Cumhuriyeti siyasal tarihi içerisinde devletin dönüştüğü, halkıyla en çok bütünleşme ivmesini yakaladığı, en çok demokratikleştiği bir süreçte bu saldırıların anlamı nedir? Yoksa asıl rahatsızlığınız bu mudur? Rahatsızlığınızın sebebi, dünya krizler içinde çalkalanırken Türkiye’nin kesintisiz büyüme hızı mıdır? Yerli ve milli savunma sanayisinin ve teknolojisinin önlenemez yükselişi midir? Yoksa sizin rahatsızlığınız, bu ülkenin dünyanın en büyük havalimanını, en büyük iki köprüsünü, iki boğaz alt geçidini, iki nükleer santralini, yüksek hızlı tren yollarını eş zamanlı yapıyor olması mıdır? Belki de bütün bunların hepsi rahatsız ediyor sizi?
Hadi söyleyin artık: sizi ne rahatsız ediyor? Kimin vekalet savaşını yapıyorsunuz? Ha şunu da iyi bilin ve uzun soluklu bir rahatsızlığa hazır olun: sizi rahatsız etmeye devam edeceğiz. Sizi iyi tanıyoruz, babalarınızı, dedelerinizi de tanıyoruz. Onlar da başaramamıştı. Mazlumun intikam aldığı gün zalimin zulmettiği günden çok daha çetin olacak, unutmayın. Iraklı kadınların, Suriyeli çocukların, Cizreli, Silopili mazlumların, Sur’da yaktığınız camilerin ateşi sizi de bulacak. Döktüğünüz kan son içkiniz olacak. Bu anlamda siz düşmanlarımıza şükran borçluyuz; zira bu millet bu coğrafyada direnerek var oldu. Düşmanlarımızın çokluğu ve gücü bizim yiğitliğimizin ve direncimizin de gücünü gösterir. Bu millet tarih boyunca yaptığı gibi “mazlumun yanında zalime karşı” adaletin ve hakkaniyetin kılıcı olmaya devam edecek. Sizin alçaklıklarınız, gücümüzü ve direncimizi pekiştirmekten başka bir işe yaramaz. Biz Bizans entrikalarının, Acem oyunlarının çemberinden defalarca geçtik. Bu topyekün saldırılara topyekün direneceğiz: son neferimize kadar son nefesimize kadar. Tarih, yine Anadolu’nun yeniden şanlı direnişini yazacak. Anadolu’nun yanında ve bu milletin safında yer alanlar kazanacak. Şüpheniz olmasın.