28 Mart 2016 Tarihli Yazı
Kürtlere Bu Kötülüğü Yapmaktan Vazgeçin
Erdoğan’ın 2005 yılında meşhur Diyarbakır konuşmasında “Kürt meselesi benim meselemdir” demesinden sonra bu meselenin ve bölgedeki gelişmelerin seyri önemli ölçüde değişti. O yıllara kadar bir tabu olan ve konuşulması mümkün olmayan konular, artık açık ve özgür bir şekilde konuşulmaya ve tartışılmaya başlandı. 2006 Yılında Türkiye’nin en büyük çatı kuruluşlarından biri olan Türkiye Gönüllü Teşekküller Vakfı (TGTV), içlerinde Müsiad, Askon, İlim Yayma Cemiyeti, Önder, Ensar Vakfı, Birlik Vakfı, Hukukçular Derneği, İHH İnsani Yardım Vakfı gibi büyük kuruluşlarının başkanlarından oluşan 35 kişilik bir heyetle Diyarbakır ziyareti gerçekleştirdi. Ben o zaman TGTV’nin genel sekreterliğini yürütüyordum. Diyarbakır’a giden heyette uzunca bir aradan sonra bölgeye ilk defa gelenler, duydukları, gördükleri ve şahit oldukları durum karşısında zaman zaman şaşırıyor, öfkeleniyor ve üzülüyordu. Bölgede yaşanan acılar, özellikle de 90’lı yıllardaki ceberut uygulamalar, toplantılarda bölge insanının sitemi ve aynı geleneklerden gelmemize rağmen farklılaşan bakış açıları, farklılaşan dil ve söylem herkesi ürkütmeye yetmişti.
Sonraki süreçte gidiş gelişler arttı. Biz bölge kuruluş temsilcilerini İstanbul’da misafir ettik, tartışmalar uzunca bir süreç sonucunda bir rapora dönüştü. O raporun ismini koyarken çok sıkıntı çektiğimizi hatırlıyorum. “Kürt meselesi ile ilgili tespit ve öneriler” ismi bile bazılarımızca uzun tartışmalara neden olacak rahatsızlığa yol açmıştı. Biz sivil kuruluşlar olarak bazı tanımlamalar ve çözümler konusunda bu kadar zor uzlaşırken siyaset kurumunun bu meselenin ve tartışmaların normalleşmesi, inkâr ve asimilasyon politikalarının bitirilmesi konusunda çektiği sıkıntıları ve aldığı riskleri takdir etmek lazım.
2006 Yılından bu yana bu mesele ve bölgedeki gelişmeleri yakından takip etmeye çalışıyorum. Başta Erdoğan ve Ak Parti içindeki bir kısmı Kürt kökenli siyasetçiler, bu meselenin çözümünde duygu olarak, söylem ve bakış açısı olarak bu ülkeden hızla kopan, ayrışan bölge insanına yeniden umut ışığı oldular. Milletin birlik ve beraberliğinin yeniden tesis edilmesinde Erdoğan ve yanındaki bu kadro hayırla yâd edilecek bir duruş sergilediler. Kimi zaman devlet içinden gelen, kimi zaman parti içinden gelen direnişleri aşarak bölgenin kopuşunu engellediler.
Ak Parti içinde ve çevresinde parti politikalarını bütün zorluklara rağmen etkileyerek, doğudan batıya bütün millete empati yaptırarak, bu meseleyi konuşturan, tartıştıran ve sorunu normalleştirerek bu noktaya taşıyan bu kadronun bir kısmında tespit ettiğim önemli bir zafiyetine de değinmeden geçemeyeceğim. Bu arkadaşlar gerek demokratik açılım sürecinde gerekse milli birlik ve kardeşlik sürecinde ve özellikle son çözüm sürecinde Öcalan ve PKK’ya gereğinden fazla iyi niyet beslediler. Kürt meselesinin algılanması ve çözümü noktasında gösterdikleri kararlılığı ve feraseti, Öcalan ve PKK konusunda gösteremediler. Öcalan ve PKK’nın yalanlarına karşı aşırı iyi niyet duygusu içinde oldular.
Ak Parti’nin bütün çözüm adımları PKK tarafından zafiyet olarak değerlendirilip, istismar edildi. Son on yılda bir taraftan Kürt meselesinin önündeki engeller adım adım kaldırılırken, diğer taraftan maalesef bölge şehirlerinin, adım adım PKK’nın alan hâkimiyetini genişlettiği kurtarılmış bölgelere çevrilişini izledik. Mahkemesinden vergi dairesine, asayiş kuvvetlerinden medyaya ve sivil toplum yapısına kadar PKK’nın devlet dışında adeta ayrı bir devlet yapılanması oluşturduğunu gördük. Bütün bu olup bitenlere sessiz kalındığı için bölge halkı silahlı güçlerin gölgesinde yapılan siyasetin meşru olduğunu düşündü. Halk, bölgede devletin PKK’ya güç yetiremediğini artık yeni otoritenin örgüt olduğunu düşündü. Dolayısıyla PKK da böyle propaganda yaptı. 6-8 Ekim olaylarından sonra bunun müsebbibi olan siyasetçilere kayıtsız kalınması, meşru birer siyasi aktör muamelesi görmeleri, örgüt ile HDP’li siyasetçilerin iç içeliği bölge halkının demokratik siyaset algısını olumsuz etkilemektedir. Bölgede yaşayan insanlar bu durum devam ettikçe örgütün kontrolündeki bir belediye başkanını, örgütün listeye koyduğu bir milletvekilini meşru ve olağan görmeye devam edecekler maalesef. Oysa bu, demokratik rejimi baltalamak, kendimize zarar vermektir. Eğer bu durum olağansa o zaman MHP de silahlı bir örgütle beraber hareket etsin, Ak Parti de silahlı bir örgüt oluştursun. Artık kimin gücü kime yeterse. Türkiye’ye bu kötülüğü yapmayın lütfen, hele hele silahlı bir siyaseti olağanlaştırıp Kürtlere bu kötülüğü asla yapmayın.
Herkes şunu çok iyi bilmelidir; Yeni Türkiye’de hiçbir silahlı örgütün alan hâkimiyeti olmayacak, devlet içinde ve devlet dışında hiçbir paralel devlet yapısına müsaade edilmeyecek, teröre destek olan siyasetçi, bürokrat, medya ve iş dünyası olmayacak, herkese dokunulacaktır.