Dengelerin Merkezinde Türkiye

7 Aralık 2015 Tarihli Yazı

Dengelerin Merkezinde Türkiye

Suriye’de beş yıldır devam eden iç savaş, Rusya’nın Suriye müdahalesiyle yeni bir boyut kazandı. Viyana toplantılarında nihayet görece bir mutabakat sağlandı. 1 Ocak’tan itibaren yeni bir süreç başlayacak. Bu kararın ardından baş döndürücü bir şekilde askeri hareketliliğin arttığını görüyoruz. Neredeyse bütün ülkeler Akdeniz’e geldiler. Evet 21. yüzyılda yeni bir dünya kurulacak ve bu dünyanın ilk çatışma alanı Suriye olacak. Dengeler ilk burada tartılacak, yeni ittifaklar ve yeni cepheler ilk Suriye üzerinden oluşacak. Neredeyse atış poligonuna dönmüş olan Suriye toprakları ve halkı, maalesef herkesin gücünü rakiplerine gösterdiği bir araç haline gelecek. Buradaki çatışmanın zaman zaman farklı yöntem ve araçlarla dünyanın farklı noktalarına da taşındığını göreceğiz. Nitekim Papa bunu 3. Dünya savaşı olarak tanımladı. Rusya’nın sistematik hava ihlallerini, Bayır-Bucak Türkmenlerini bombalamasını ve Türkiye’nin buna cevabını böyle okumak lazım.

Rus uçağının düşürülmesi basit bir mesele değildir. Davos’taki “one minute” batı açısından neyse Rus uçağının vurulması Doğu açısından aynı şeydir. Türkiye, eski dünyanın zalimleri ve emperyalist sömürgecilerine karşı bir kez daha mazlumların umudu ve sesi olmuştur. Türkiye’nin bu onurlu ve dik duruşu, çok geniş bir coğrafyada sevinç ve gururla karşılanmıştır. Türkiye, mazlum Suriye halkının haklı mücadelesinin yanında durmaya devam etmelidir. Türkiye, adaleti, hakkaniyeti, ahlakı esas alan barışçıl duruşunu bozmadıkça, kurulan yeni dünyanın merkezindeki konumunu güçlendirecek, Türkiye ile beraber hareket edenler de Türkiye ile beraber kazanmaya ve büyümeye devam edecektir. Rusya ve İran cephesi daha şimdiden yeni dünyanın kaybedenleri olarak yerlerini almış görünüyor.

Türkiye’ye dönük enerji ve ticaret ambargoları gerçekçi ve sürdürülebilir politikalar değildir. Biraz tarih ve coğrafya bilgisi olan bunu bilir. Bu topraklar, tarih boyunca dünya ticaretinin en önemli güzergahı ve doğu ile batının, kuzeyle güneyin siyasi, kültürel, ticari kesişim noktası olmuştur. Bu coğrafya, bu yüzden kadim medeniyetlerin evidir. Anadolu’yu dışlayan hiçbir güç dünyada kendine güçlü bir konum elde edemez. Anadolu’ya karşı öfke ile kalkanlar ancak kendilerine zarar verir. Bu sürecin sonunda Anadolu kendisine alternatifler üretir, yeni yollar bulur ve süreçten güçlenerek çıkar.

Geçtiğimiz hafta Avrupa-ABD cephesinde yaşananlara baktığımız zaman batılıların Anadolu gerçekliğini artık gördüklerini ve durduramadıkları Türk Baharı ve sembolü Erdoğan ile uzlaşı yolunu tercih edeceklerini söyleyebiliriz. Batı her zaman yaptığı gibi bükemediği eli öpüyor. Türkiye için “imtiyazlı ortaklık” formülünün mucidi Merkel’i, Türkiye’nin AB’ye tam üyeliğini savunurken dinlemek çok keyif verici tabii.

2003 Irak tezkeresinde yara alan Türkiye-ABD ilişkilerinin de yeniden farklı bir biçimde şekilleneceğini söyleyebiliriz. Bu ilişkiler yeniden şekillenirken batının karşısında çok farklı bir Türkiye olduğunu, karar vericiler aklından çıkarmamalıdır. Bölgenin en makul ve en ilkeli ülkesi Türkiye’dir. Türkiye’nin bizatihi varlığı, bölge ve dünya barışının teminatıdır. Türkiye’nin talepleri adil ve hakkaniyetlidir, olaylara çıkar odaklı değil, insan odaklı bakmaktadır. Bu ilkeli duruşundan da asla taviz vermeyecektir. Batı, Türkiye’yi doğru anlarsa bu, herkes için kazançlı olacaktır.

Peki dünyada Türkiye ile ilgili bu kadar hızlı ve baş döndürücü gelişmeler yaşanırken içeride neler oluyor? İçeride bana göre en etkili muhalefet olan Kürt muhalefeti, bütün dinamiklerini ve gücünü çılgın bir kumarbaz gibi Türk soluna yatırmış, kağıt bekliyor. Bu da yetmezmiş gibi ne kadar Türkiye karşıtı, Erdoğan karşıtı cephe varsa gönüllü asker yazılmış, suyu dikine akıtmaya çalışmakta. Halbuki o cephelerin çoğu şimdilerde Erdoğan’ın kapısında el öpmek ve af dilemek için gizli gizli sıra tutup, bekleşiyor. Bu yol, yol değil. Kürt siyaseti içinde yer alan akıl sahiplerinin inisiyatif alma vakti çoktan geldi. Bunu şimdi yapamazlarsa yeni bir dünya kurulacak, bu kurulacak dünyanın tam merkezinde yeni bir Türkiye olacak. Hem Suriye’de hem de Türkiye’de Kürtler örgütten yakalarını kurtaramazsa kendilerini yeni denklemin içinde kaybeden tarafta bulacaklardır.

CHP ve MHP içerisinde de hareketlilik son sürat devam ediyor. Her seçimin sonunda muhalefette görmeye alışık olduğumuz tartışmalar, yönetim ve lider değişikliği ile sonuçlanır mı bilmem. Ama esas önemli olan tartışma, lider ve yönetim değişikliği tartışması değildir, önemli olan bu partilerin esastan değişip değişmeyeceğinin tartışılmasıdır. CHP, yüz yıl evvel bu coğrafya dizayn edilirken, Arap dünyası için düşünülen, batıcı elitlerin, jakoben azınlıkların, batı çıkarlarını koruma misyonuyla çoğunluğu yönetmesi için kurulan nasyonal sosyalist Baas rejiminin Türkiye versiyonudur. Hala misyonu değişmemiştir. Bu misyon değişmeden CHP’nin halkın oyuyla iktidar olması hayaldir. Etkisi bürokratik oligarşiyle sınırlı kalır. Ne var ki artık Yeni Türkiye’de bürokratik oligarşi de medya oligarşisi de sermaye oligarşisi de olmayacaktır.

MHP içerisinde de liderlik ve yönetim tartışmaları yaşanıyor. MHP bir ideoloji partisi. Milliyetçilik ideolojisi de 20 yüzyıldan kalma ulus devletler döneminin kalıntısıdır. Milliyetçilik doğal sınırlarını aşmadan bir duygu olarak kalırsa avantajları da olabilir. Ama etnik milliyetçilik, dini milliyetçilik, bölgesel milliyetçilik, mezhepsel milliyetçilik bir ideolojiye ve siyasal hedeflere dönüştüğünde nasıl acılar yaşandığını yüzyıldır gördük, görüyoruz. Milliyetçilik çok kuvvetli ve etkili bir duygudur. Konjonktürel olarak güç mücadelesinin en önemli araçlarından biri olarak bu gün kullanılmaktadır. MHP gibi bu ideolojiyi taşıyan bir hareket kötü niyetli ellere geçerse Türkiye’yi karıştırmak isteyen güçler için bir operasyon aracına dönüşebilir. Sanırım Bahçeli’nin bu hafta yaptığı açıklamalar bunu işaret ediyor.

Dengelerin Merkezinde Türkiye