14 Mart 2016 Tarihli Yazı
Daeş’in Görevi
Daeş terör örgütünün ilk defa kamuoyuna yansıtıldığı günleri hatırlıyor musunuz? Siyah giysili, siyah sarıklı, uzun sakallı, ellerinde silahları olan ve siyah bir flama üzerine Arapça yazılı bayrak taşıyan, Toyota marka arazi araçları üzerinde poz veren bir grup savaşçı. Bu savaşçı grup nasıl olduysa çok kısa bir sürede en modern silahlarla donatılmış Irak ordusunun elinden bütün silahları, mühimmatları ile beraber bölgeyi de teslim aldı. Ardından Daeş’in, Musul merkez bankasını soyarak, beş yüz milyon dolardan fazla parayı çaldığı haberleri geldi. Artık silah vardı, para vardı ve sonrasında bizler, geçmişte Hizbullah savaşçıları hakkında türetilen efsaneleri duymaya başladık. Daeş savaşçıları kutsal savaşçılardı, onlar yenilmez, onlara kurşun işlemez onlar İslam dininden taviz vermeyen şehadet erleriydi. Peki hedefleri neydi? Onu da Bağdadi ortaya çıkınca gördük. İslam devleti düzeni kurulacak, halifenin sancağı altında bütün müslümanlar toplanacak, kafirlere ve zalimlere savaş açılacaktı. Böylelikle Daeş ilk fonksiyonunu yerine getirmiş oldu.
Daeş’in ilk ve en önemli fonksiyonu, sünnî müslüman toplumun öfkeli gençlerini terörize etmektir. Küresel sistem içerisinde meşru yollarla hayat hakkı bulamayan, baskılanan müslüman toplumlara adres göstermek, şiddete davet etmektir. Bunda da kısmen başarılı olduğunu söyleyebiliriz. Ehl-i sünnet geleneğinin zayıf olduğu, müslümanların azınlık veya güçsüz olduğu yerlerde neşvünema bulduğunu görüyoruz.
Daeş’in ikinci fonksiyonu da şii toplumunu canlı ve diri tutmaktır. İlk ortaya çıktığı günlere dönersek yine, Bağdat’ı ele geçirmeye yöneldiği, Basra’ya kadar durmayacağı ve bütün şii toplumunu katledeceği haberlerini izledik. Buna karşılık şia uleması, halkı milis olmaya çağırmış, Yezit ordusuna karşı savaşmanın kutsal bir görev olduğunu ilan etmişti. Daeş, Bağdat’a yürürken toplanan şii milis kuvvetlerinin bugün Suriye’de muhaliflere ve Türkmenlere karşı savaşan gruplar olduğunu da unutmamak gerekir.
Daeş ikinci görevini de başarıyla icra ettikten sonra üçüncü fonksiyonuna artık başlayabilirdi. Üçüncü önemli görev, tüm dünya kamuoyuna müslümanların nasıl acımasız birer terörist olduğunu göstermekti. Burada da İngiliz cihatçı John ve saz arkadaşları devreye girdiler. Dünya medyasına sunulan görüntüler yeterince dehşet vericiydi. Avrupa’dan, Asya’dan ve ABD’den yabancı gazeteciler, üstelik özenle seçilerek, elleri bağlanmış bir vaziyette Allah adına, Kuran adına, İslam adına kafaları kesilerek infaz ediliyor ve kameralar karşısında, tekbirler eşliğinde adeta merasimler düzenleniyordu. Artık dünya kamuoyunun İslam’ın terör ve şiddet üreten bir din olduğuna ve bütün müslümanların birer potansiyel terörist olduğuna inanmaları için bütün gerekçeler oluşturulmuştu. Medeni modern dünya, insanlığın kurtarıcısı ABD öncülüğünde bu barbarlıkla savaşmaya hazırdı. Öyle de oldu, Daeş’e karşı kurulan koalisyona tüm dünya destek verdi. Bu güne değin şahit olmadığımız bir askeri kuvvet bölgeye geldi ve yerleşiyor. Sayıları elli bin civarında olduğu söylenen Toyota marka jeepli siyah elbiseli savaşçılarla mücadelenin zor olduğunu ve yedi sekiz yıl sürebileceğini söylüyorlar.
Bu dekor da hazırlandıktan sonra artık Daeş’in dördüncü önemli fonksiyonuna geçilebilirdi. Dördüncü fonksiyon, Suriye’nin kuzeyinde, bizim güney sınır boyumuzda seküler, Stalinist bir PKK devletinin temelini atmak ve seküler temelde Kürt ulusal bilincini oluşturmaktı. Böylelikle amaç Kürtleri İslam’dan koparmaktı. Bunun için Bağdat’a, Basra’ya yürüyen Daeş, birdenbire dönerek Kürt bölgelerine saldırmaya başladı. Kuzey Irak bölgesel yönetimine, Ezidi Kürtlerine yetmedi Kobani’ye saldırdı. İslam karşıtı Kürt ulusal kimliğinin oluşması için İslam’ı temsil ettiğini söyleyen bir düşman gerekiyordu, Daeş bu role fevkalade uygun bir düşmandı. Rolünü o kadar iyi oynadı ki sağduyu sahibi, aklı başında Kürtler bile, uzun sakallı birini gördüklerinde rahatsız olmaya, tedirgin olmaya başladılar. Yine Kürt ulusal kimliğinin oluşması için Kürtlere bir efsane, kazanılmış bir zafer ve o zaferin kahramanları gerekiyordu. O savaş Kobani idi, o zafer Rojova Direnişi idi ve direnişin kahramanları da PKK gerillaları idi. Artık korkacak bir şey yoktu. O kahramanlar Türkiye Cumhuriyeti ordusunu bile tükürüğüyle boğardı. Cizre’de Sur’da özyönetim ilan edilmeli ve zafer bütün Kürdistan’a taşınmalıydı.
Belki önümüzdeki günlerde Daeş’e başka fonksiyonel görevler de verilecek, bilmiyoruz. Ama bildiğimiz bir şey var, bir tiyatro oynanıyor ve faturasını Irak’lılar, Suriye’liler ve bizler ödüyoruz. Topyekün müslüman dünya, küresel sistemin hedefi haline getirilmiş, zihinlerin arka planında İslam’a karşı bir savaş yürütülüyor.