2 Mayıs 2016 Tarihli Yazı
Din Devlet Laiklik Tunus
Tunus devriminden sonra Tunus’ta hızlı bir şekilde yeni anayasa yapım süreci ve seçimler gündeme gelmişti. Devrimin önemli dinamiklerinden Nahda Hareketi, bir taraftan parti kurma çabası içerisinde diğer taraftan seçimlere hazırlık yapma çabası içerisinde hiç tecrübesi olmadığı bir alanda pek çok sorunla baş etmeye çalışıyordu. Bu dönemde Nahda yöneticilerini İstanbul’a davet etmiş, yeni anayasa, seçimlere hazırlık, bir cemaat olan Nahda Hareketi’nin partileşme süreçleri ve Tunus’un geleceği konusunda Türkiye tecrübesinin paylaşılması için istişare etmeyi önermiştik. Memnuniyetle kabul ettiler ve üst düzey dokuz kişilik bir heyetle geldiler. İstanbul’da Sivil Dayanışma Platformu’nun ofisinde üç günlük bir çalışma yaptık. Heyetin başkanı Ali Larid (sonradan ilk kurulan hükümette içişleri bakanı olup, kısa süre sonra da başbakan olarak ikinci hükümeti kurdu) çok mütevazı, samimi, yirmi yıl hapis yattıktan sonra devrimle birlikte özgürlüğüne kavuşmuş kıymetli bir insan ve iyi bir Müslüman şahsiyetti.
Üç gün boyunca yaptığımız çalışmalarda, enine boyuna Türkiye’nin siyasi yapısını, bu siyasi yapının son 60 yılda yaşadığı reform sürecini, darbe süreçlerini, ekonomik kalkınma süreçlerini, Ak Parti’nin siyasal anlayışını, yaptığı ve yapmak istediği reformları, engelleri ve fırsatları derinlemesine konuştuk. Türkiye’nin Menderes, Özal ve Erdoğan’la devam eden sessiz devrim süreçlerinin Tunus için ders çıkartılacak bütün yönlerini ele aldık. Heyet en çok Nahda’nın partileşmesi konusunda direndi. Anladığım kadarıyla böyle bir karar alınmıştı ve uygulanıyordu. Biz bunun yanlış olduğunu, bir cemaatin partileşmesinin sıkıntılarını Milli Görüş partileri örneği üzerinden anlattık. Kurulacak olan partinin bir cemaat partisi olduğu takdirde cemaatin siyasallaşacağını, etkisinin cemaatle sınırlı kalacağını ısrarla ifade ettik. Cemaatin muhafaza edilerek asli çalışmalarını yapmasını, kurulacak partinin de demokrat temelde bütün Tunus halkına hitap edecek bir anlayışla hareket etmesinin başarı getireceğini tavsiye ettik. Şahsen de heyet başkanı Ali Bey’e bunun hayati önemde olduğunu ifade ettim.
Tunus heyeti ülkesine döndükten kısa bir süre sonra bizi heyet olarak Tunus’a davet etti. Türkiye tecrübesinin parti tabanı ile paylaşılmasının, sahada bu konuların tartışılmasının faydalı olacağını düşündüklerini, 4 günlük bir saha çalışması planladıklarını ve çalışmaya katılmamızı rica ettiler. Memnuniyetle kabul ettik. Tunus’a gittiğimiz heyette Ak Parti Seçim Koordinasyonu’nda büyük emekleri olan İstanbul milletvekili Doğan Kubat, Osman Can, Ak Parti seçim çalışmalarını yürüten Arter Ajans’ın danışmanı Hüseyin Aykut, şimdi başbakan başdanışmanı olan arkadaşımız Ömer Faruk Korkmaz ve ben vardık. Tunus’ta üç şehirde programlar yaptık. Başkent Tunus, orta bölgede Sfaks ve güney bölgede Kayrevan. Toplantılara partinin yöneticileri, seçimlerdeki milletvekili adayları ve Nahda’nın önemli kanaat önderleri katıldı. Toplantılarda Doğan Kubat, seçim koordinasyonunun nasıl yapılacağını, parti teşkilatlarının seçime nasıl hazırlanacağını anlatıyordu. Hüseyin Aykut, seçim kampanyasının nasıl hazırlanacağını ve nasıl yürütüleceğini anlatıyordu. Osman Can, anayasa ne demektir, anayasa yapım süreçleri ve yeni oluşacak Tunus devletinin nitelikleri ve halkla ilişki biçimini anlatıyordu. Ben de Tunus’un ve bölgenin yaşadığı siyasi süreçlerini, uluslararası etkileri ve Türkiye tecrübesi çerçevesinde siyasi reformları, din devlet ilişkileri ve Nahda’nın partileşme süreçlerini değerlendiriyordum.
Biz Tunus havaalanına indiğimizde Ali Larid, hayati önemde diye altını çizdiğim cemaat ve partinin ayrılması konusunda uzun tartışmalar ve dirence rağmen gerekenin yapıldığını bana bir müjdeli haber diye duyurmuştu. Üç şehirde yaptığımız toplantılarda gelen sorulardan cemaat, din, devlet ve siyaset konularında kafaların ne kadar karışık olduğu ve bir direncin hala devam ettiği zaten görülüyordu. Özellikle Sfaks şehrinde yaptığımız toplantıda “İslam’ın belirli bir devlet yönetim şekli yoktur. Bu konu yaşanan coğrafyanın tarihselliği, toplumsal yapısı, birikimleriyle alakalı toplumun kabulüne göre şekillenir, İslam bu konuda uyulması gereken temel ilkeleri belirlemiştir” sözlerim üzerine salonda hararetle itiraz edenler olmuştu. Aynı minvalde Erdoğan Mısır ziyaretinde devletin laiklik prensibiyle ilgili konuştuğunda da İhvan içerisinden buna tepki gösterenler olmuştu. Uygulamalar açısından bakıldığında bu tepkilerin haklılık payı var elbette. Demokrasi ve laiklik bu coğrafyada Müslümanları ezmenin ve sindirmenin bir aracı olarak kullanıldı.
İslamcılığın ideolojik bir devlet ülküsüyle bütünleştirildiği yarım asır yaşadı bu coğrafya. Son üç yüz yılda kapitalist, pozitivist, seküler ve sömürgeci modern dünyanın tek ve gerçek muhalifi, Müslüman toplumlardır. Direniyorlar, direndikçe saldırının dozu artıyor. Ama şunu kabul edelim: bu düzenin karşısına özgün bir model üretemedik.
Değişimler bir günde ve birdenbire olmayacak, kimse mehdi beklemesin. Tunus bugün düne göre iyi bir noktada. Türkiye de öyle. O halde gayret etmeye devam. Biz seferden sorumluyuz, takdir Allah’ındır.