11 Ocak 2016 Tarihli Yazı
Reform Anayasası ve Başkanlık Sistemi
Geçtiğimiz hafta Sn. Başbakan ve muhalefet liderleri arasında anayasa görüşmeleri başladı. Böylece anayasa tartışmaları yeniden hız kazandı. Türkiye, Ak Parti iktidarları döneminde hemen hemen her alanda restorasyon, revizyon ve iyileştirme çalışmaları yaptı. Artık yapılması gereken reform ve yeniden yapılandırma sürecinin başlamasıdır. 21. yüzyıla girerken çağın getirdiği yeni sorunların yanı sıra eskiden beri sırtımızda taşıdığımız kronik sorunların çözüm yolu, reform sürecini başlatacak yeni, sivil, demokratik bir anayasa yapmamızdan geçiyor. Anayasanın en önemli nitelikleri diyebileceğimiz bu üç niteliği biraz açalım isterseniz.
Yapacağımız anayasanın yeni olabilmesi için tamamen eski anayasadan bağımsız, onun ruhundan ve çerçevesinden ayrı bir zeminde yapılması gerekir. Devleti değil milleti esas alan bir anlayışla yapılması gerekir, çünkü aslolan Millettir. Biz Anadolu’da Millet olarak bin yıldır varız ama devletimizin tarihi henüz bir asırdır. Devleti kuracak olan da yaşatacak olan da Millettir. Yeni anayasada devletin teşkilatlanma esaslarını ve milletle ilişkisini belirleyecek olan yegane güç millet olmalıdır. Millet egemenliğinin yegane temsilcileri, seçilmişlerdir. Seçilmişler, milletten aldıkları egemenliği kullanma hakkını hiçbir şekilde atanmış kurum ve kişilerle paylaşmaz. Devletin teşkilat yapısı hiçbir şekilde bir sınıfa, bir kesime, bir ideolojiye dayandırılamaz. Devlet bütün vatandaşlarının ideolojilerini, inançlarını, yaşam tarzlarını ve etnik, mezhebi, dini farklılıklarını tanır ve güvence altına alır. Devletin asli görevi vatandaşlarının bu farklılıklardan doğan taleplerini karşılamak, hak ve özgürlüklerini kullanmasının önündeki engelleri kaldırmaktır. Bu sebeplerle 1982 darbe anayasasının koyduğu değiştirilemez maddeler ve referans aldığı başlangıç metni kaldığı müddetçe yapılacak anayasa yeni anayasa olmaz. Başlangıç metni ve değiştirilemez maddeler sonrasında yazacağınız bütün hak, özgürlük ve eşitlik ifadeleri anlamını yitirir.
Bir anayasanın sivil olabilmesi o anayasayı sivillerin yazması anlamına gelmez. Öyle olsaydı 1982 darbe anayasasını da yazanlar sivil hukukçulardı. Önemli olan anayasayı yazdıran iradedir. Anayasanın sivil olabilmesini, dayandığı sivil irade belirler. Türkiye toplumunun katıldığı ve belirleyici olduğu toplum merkezli bir anayasa ancak sivil bir anayasa olur. Anayasa yapım süreci sadece hukukçuların katılabildiği, sadece akademisyenlerin katılabildiği bir süreç de değildir. Anayasa meselesi politik hukuk meselesidir, siyasi bir meseledir. Yeni bir gelecek tasavvurudur. Yeni bir toplumsal sözleşmedir. Milli iradenin beklentileri, talepleri ve gelecek tasavvuruna dayanan bir anayasa sivil kimlikli bir anayasa olacaktır.
Anayasalar temelde modern devletlerin kimlik kartıdır. Devletin yapısını, kurumlarını, işleyişini, oluşumunu, yetki ve sorumluluklarını, vatandaşlarıyla ilişki biçimini belirten ve herkesi bağlayan temel hukuki metinlerdir. Devletin yapısı ve nitelikleri belirlenirken demokratik kriterler esas alınırsa ortaya demokratik ve kuşatıcı bir devlet yapısı ortaya çıkar. Böyle bir devletin uygulamalarının sonuçları adalet ve hakkaniyet doğurur. Böyle bir devlet-vatandaşlık ilişkisi devlete aidiyetleri güçlendirir, toplumun kenetlenmesini ve birlik beraberliğin güçlenmesini sağlar.
Yeni anayasa yapım sürecinde belki de en tartışmalı konu, hükümet sistemi konusudur. Muhalefet partileri, ne yazık ki pozitif siyaset stratejileri olmadığı için Erdoğan karşıtlığı üzerinden siyasete tutunmaya çalışıyorlar. Osmanlı’nın son döneminden bu tarafa Türk Modernleşmesinin siyasal örnek merkezi Fransa bile parlamenter sistemden yarı başkanlık sistemine geçmişken ve 2007 referandumuyla cumhurbaşkanının halk tarafından doğrudan seçilmesi yürürlükte iken güçlendirilmiş parlamenter sistemden bahsediyorlar. Halk cumhurbaşkanını kendi seçerken neden bu yetkiyi tekrar meclise versin? Ayrıca geçmişte cumhurbaşkanlığı seçimlerinin meclisi nasıl kilitlediği ve doğal olmayan antidemokratik sonuçlar ürettiği hafızalarda capcanlı dururken. Türkiye Cumhuriyetinin kısa siyasi tarihine bir göz atarsak aslında siyasal istikrarsızlık tarihi olduğunu söylemek abartı olmaz. Geri kalmışlığın en önemli nedeni istikrarsızlık ve antidemokratik müdahalelerdir. İstikrar dönemlerinde ancak insani, siyasi, ekonomik, teknolojik gelişmelerin sağlandığı rakamlarla ortadadır. Bütün gelişmiş demokrasiler demokratik istikrarın sağlanabilmesi için tedbirler alırken bizim koalisyonları savunmamızın mantığı yoktur. Demokratik istikrarın sağlanabildiği tek meşru ve demokratik hükümet sistemi başkanlık sistemidir.
Sonuç olarak Anadolu’nun siyasal paradigmasında meydana gelecek değişimlerin etkisi sadece Anadolu ile sınırlı kalmaz. Türkiye toplumunun kendi iradesiyle ortaya koyacağı devlet anlayışı, toplum anlayışı ve siyasal perspektif, bütün coğrafyayı derinden etkileyebileceği gibi son çeyrek yüzyılda tıkanma yaşayan Batı için de örneklikler oluşturabilecek bir sonuç ortaya çıkartacaktır. Bu milletin tarihi tecrübesi ve birikimi bunu yapabilecek güçtedir.